Türk tiyatrosunun önemli isimlerinden birisi olan; yazar, yönetmen, oyuncu, Tamer Levent’in oyunları Sıfırdan Yayınları bünyesinde okuyucularla buluştu. Dramanın Türkiye’deki ilk uygulayıcılarından birisi olan Levent, aynı zamanda sinema ve televizyon dünyasında da yakından tanınan bir isim. Uzun yıllar Devlet Tiyatroları’nda Genel Müdürlük dâhil birçok görevler üstlenen sanatçı, tiyatro alanında akademik düzeyde eğitimlerde veriyor. TOBAV (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı) ve TOMEB (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği) gibi kurumların genel başkanlığını da yürüten Levent, Tiyatro Gazetesi’ndeki köşesinde de yazılarına devam ediyor.
Tiyatronun mutfağını bilen bir sanatçı olarak, engin tecrübesini yazdığı oyunlarında yansıtan Levent’in ilk olarak; “Ben ki Abdülcanbaz” ve “Efruz Bey” adlı oyunları Toplu Oyunlar 1 başlığı çerçevesinde yayınlandı. Yazar, kitabın başında “oyunlara dair” bir önsöz kaleme almış. Her iki oyunun oluşum sürecine ait notlar paylaşılmış.
“Müzikli Oyun” olarak kurgulanan “Ben Ki Abdülcanbaz” Türk karikatür sanatının duayenlerinden Turhan Selçuk’un 1957 yılında çizmeye başladığı, çizgi romanın baş kahramanlarından Abülcanbaz’ın tiyatro uyarlaması. Çizgi romandaki diğer tipleri de oyun kişisi olarak kullanan yazar; çizer tarafından yaratılan kişilikleri tiyatronun niteliğine uygun olarak yeniden yapılandırmış ve sahne üzerinde bir “oyun” kahramanları haline getirmiş. Fantastik bir karikatür kahramanın, bütün özelliklerini, “dramatik olan” ile harmanlayarak ortaya ilgiyle takip edilecek bir hikâye yaratmış.
Osmanlının çöküş döneminde yaşanan toplumsal ve ahlaki yıkıma karşı Abdülcanbaz, haksızlığa ve vurgun düzenine karşı eşitliğin ve adaletin peşine düşerek, olayları çözüme kavuşturuyor. Yazarın Abdülcanbaz’a zamanda sıçramalar yaratması ise onun belirli bir tarihsel döneme sıkışıp kalamayacak kadar geniş bir kişilik olduğunu vurgulamak istemesidir. Örneğin Abülcanbaz’ın birçok macera yaşadıktan sonra evine geldiği sahnede, onun nerede olduğunu ve ne yaptığını merak eden kızı Canbaziye’nin sorusuna verdiği cevap şöyledir: “Abdülcanbaz: (Güler) Haksızlık yapanlarla, başka insanların hakkını yiyenlerle, bu dünyada kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyenlerle, sahtekâr ve yalancılarla mücadele ediyorum Canbaziye.”(s.46)
Çizgi roman kahramanlarının sahne üzerinde canlandırılmasının yaratabileceği zorlukları yazar, bazı bölümlerde yönetmenlere verdiği yönlendirmelerle açıklamış. Okuyucuların hayal güçlerini zenginleştireceğini ve yaratılan atmosfere kolaylıkla girebileceklerini düşündüğüm oyunu; seyircilerin ise usta bir yönetmenin oyunu sahneye koymasını beklemekten başka yapacak bir şeyleri olmadığını hatırlatalım.
Yazar, oyunun seyirci ile daha organik bir ilişki kurması, ele alınan konuların farklı boyutları ile açımlanabilmesi için, oyunu açık biçim / göstermeci bir üslupla oluşturmuş.
Bu oyun bir kere daha göstermiştir ki, yerel motiflerden ve kültürümüzden beslenen kahramanların hem inandırıcılığı hem de toplumla olan ilişkisi çok sağlam bir şekilde oluşturulabilir. Dünyayı çoğunlukla emperyal çıkarlar adına, hayali düşmanlardan kurtaran süper kahramanlara karşı, Abülcanbaz’ın adaletsizliğe ve haksızlığa karşı çıkışındaki samimiyet ve yurtseverliğin sadece ülkemiz açısından değil, dünyanın birçok yerinde ilgi duyulabileceğini düşünüyorum.
Ben Ki Abdülcanbaz’ın “ulusal tiyatro” düşüncesi ve arayışını her anlamıyla uygulayan bir yapıt olduğunu düşünüyorum. Özgün bir karakterin, yerelden evrensele ulaşabilecek temaları başarılı bir şekilde işlediği için tiyatro yönetmenlerine çok farklı deneyimler yaşatabileceğine inanıyorum.
Kitabın ikinci oyunu ise, Levent’in, Ömer Seyfettin’in aynı adlı eserinden oyunlaştırdığı “Efruz Bey”dir. Bunu da müzikli bir oyun olarak kurgulayan yazarın her iki oyununda da müziğin, dramatik anlatım açısından önemli bir ağırlığı var. Efruz Bey’in başında yazarın şu notu düşmüş: “Oyun operet şekline de getirilebilir. Bu durumda bütün eser bir libretto olarak düşünülebilir. Kalabalık sahne kareografilerine dans da ilave edilebilir.”
Ömer Seyfettin Efruz Bey adlı eserinde, 1918’den, birinci dünya savaşının ortalarına kadar uzanan devri konu almıştır. Seyfettin’in Fantezi roman olarak adlandırdığı yapıtta, o dönemki toplumsal koşullar içerisinde; bilim, Türkçülük, köycülük, eğitim, felsefe vb. akımları ele alınmış ve bu akımların temsilcisi olan kişiler isimleri değiştirilerek, Efruz Bey kişiliği içerisinde birleştirilmiştir.
Levent, Efruz Bey’de, Aydın tipolojisinin eleştirisi olarak görülen eserden yaptığı oyunlaştırmasında, “aydın” kavramını aforoz etmektense; kendine aydın süsü verenleri ve aydın zannedenleri ele alıyor.
Efruz Bey’in kişiliğinde meşrutiyet döneminde yaşanan olaylardan sonra, kendisini kahraman olduğu yalanını ortaya çıkaran ve ismini bile değersiz ve sıradan bulduğu için değiştiren memur Ahmet’in yaşadığı değişim/yanılsama gözler önüne seriliyor. Toplumun verdiği ikircikli tepki ise, ayrıca incelenmesi gereken sosyolojik bir vaka olarak kendini gösteriyor.
Oyunda koronun kullanımı, olayların gidişatını bir nevi anlatıcı konumunda ilerletmesi açısından işlevsel bir şekilde kurgulanmış. Her bölümü müzikal olarak tasarlanan oyunun, iyi bir sahneleme ile okuyucuların dışında seyircilerinde ilgisine mazhar olacağını düşünüyorum.
Tamer Levent, “Ben Ki Abdülcanbaz”, “Efruz Bey” (Toplu Oyunlar I) Sıfırdan Yayınları, 2015, 88 S.
Serkan Fırtına
serkanfirtina35@gmail.com
Tiyatronun mutfağını bilen bir sanatçı olarak, engin tecrübesini yazdığı oyunlarında yansıtan Levent’in ilk olarak; “Ben ki Abdülcanbaz” ve “Efruz Bey” adlı oyunları Toplu Oyunlar 1 başlığı çerçevesinde yayınlandı. Yazar, kitabın başında “oyunlara dair” bir önsöz kaleme almış. Her iki oyunun oluşum sürecine ait notlar paylaşılmış.
“Müzikli Oyun” olarak kurgulanan “Ben Ki Abdülcanbaz” Türk karikatür sanatının duayenlerinden Turhan Selçuk’un 1957 yılında çizmeye başladığı, çizgi romanın baş kahramanlarından Abülcanbaz’ın tiyatro uyarlaması. Çizgi romandaki diğer tipleri de oyun kişisi olarak kullanan yazar; çizer tarafından yaratılan kişilikleri tiyatronun niteliğine uygun olarak yeniden yapılandırmış ve sahne üzerinde bir “oyun” kahramanları haline getirmiş. Fantastik bir karikatür kahramanın, bütün özelliklerini, “dramatik olan” ile harmanlayarak ortaya ilgiyle takip edilecek bir hikâye yaratmış.
Osmanlının çöküş döneminde yaşanan toplumsal ve ahlaki yıkıma karşı Abdülcanbaz, haksızlığa ve vurgun düzenine karşı eşitliğin ve adaletin peşine düşerek, olayları çözüme kavuşturuyor. Yazarın Abdülcanbaz’a zamanda sıçramalar yaratması ise onun belirli bir tarihsel döneme sıkışıp kalamayacak kadar geniş bir kişilik olduğunu vurgulamak istemesidir. Örneğin Abülcanbaz’ın birçok macera yaşadıktan sonra evine geldiği sahnede, onun nerede olduğunu ve ne yaptığını merak eden kızı Canbaziye’nin sorusuna verdiği cevap şöyledir: “Abdülcanbaz: (Güler) Haksızlık yapanlarla, başka insanların hakkını yiyenlerle, bu dünyada kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyenlerle, sahtekâr ve yalancılarla mücadele ediyorum Canbaziye.”(s.46)
Çizgi roman kahramanlarının sahne üzerinde canlandırılmasının yaratabileceği zorlukları yazar, bazı bölümlerde yönetmenlere verdiği yönlendirmelerle açıklamış. Okuyucuların hayal güçlerini zenginleştireceğini ve yaratılan atmosfere kolaylıkla girebileceklerini düşündüğüm oyunu; seyircilerin ise usta bir yönetmenin oyunu sahneye koymasını beklemekten başka yapacak bir şeyleri olmadığını hatırlatalım.
Yazar, oyunun seyirci ile daha organik bir ilişki kurması, ele alınan konuların farklı boyutları ile açımlanabilmesi için, oyunu açık biçim / göstermeci bir üslupla oluşturmuş.
Bu oyun bir kere daha göstermiştir ki, yerel motiflerden ve kültürümüzden beslenen kahramanların hem inandırıcılığı hem de toplumla olan ilişkisi çok sağlam bir şekilde oluşturulabilir. Dünyayı çoğunlukla emperyal çıkarlar adına, hayali düşmanlardan kurtaran süper kahramanlara karşı, Abülcanbaz’ın adaletsizliğe ve haksızlığa karşı çıkışındaki samimiyet ve yurtseverliğin sadece ülkemiz açısından değil, dünyanın birçok yerinde ilgi duyulabileceğini düşünüyorum.
Ben Ki Abdülcanbaz’ın “ulusal tiyatro” düşüncesi ve arayışını her anlamıyla uygulayan bir yapıt olduğunu düşünüyorum. Özgün bir karakterin, yerelden evrensele ulaşabilecek temaları başarılı bir şekilde işlediği için tiyatro yönetmenlerine çok farklı deneyimler yaşatabileceğine inanıyorum.
Kitabın ikinci oyunu ise, Levent’in, Ömer Seyfettin’in aynı adlı eserinden oyunlaştırdığı “Efruz Bey”dir. Bunu da müzikli bir oyun olarak kurgulayan yazarın her iki oyununda da müziğin, dramatik anlatım açısından önemli bir ağırlığı var. Efruz Bey’in başında yazarın şu notu düşmüş: “Oyun operet şekline de getirilebilir. Bu durumda bütün eser bir libretto olarak düşünülebilir. Kalabalık sahne kareografilerine dans da ilave edilebilir.”
Ömer Seyfettin Efruz Bey adlı eserinde, 1918’den, birinci dünya savaşının ortalarına kadar uzanan devri konu almıştır. Seyfettin’in Fantezi roman olarak adlandırdığı yapıtta, o dönemki toplumsal koşullar içerisinde; bilim, Türkçülük, köycülük, eğitim, felsefe vb. akımları ele alınmış ve bu akımların temsilcisi olan kişiler isimleri değiştirilerek, Efruz Bey kişiliği içerisinde birleştirilmiştir.
Levent, Efruz Bey’de, Aydın tipolojisinin eleştirisi olarak görülen eserden yaptığı oyunlaştırmasında, “aydın” kavramını aforoz etmektense; kendine aydın süsü verenleri ve aydın zannedenleri ele alıyor.
Efruz Bey’in kişiliğinde meşrutiyet döneminde yaşanan olaylardan sonra, kendisini kahraman olduğu yalanını ortaya çıkaran ve ismini bile değersiz ve sıradan bulduğu için değiştiren memur Ahmet’in yaşadığı değişim/yanılsama gözler önüne seriliyor. Toplumun verdiği ikircikli tepki ise, ayrıca incelenmesi gereken sosyolojik bir vaka olarak kendini gösteriyor.
Oyunda koronun kullanımı, olayların gidişatını bir nevi anlatıcı konumunda ilerletmesi açısından işlevsel bir şekilde kurgulanmış. Her bölümü müzikal olarak tasarlanan oyunun, iyi bir sahneleme ile okuyucuların dışında seyircilerinde ilgisine mazhar olacağını düşünüyorum.
Tamer Levent, “Ben Ki Abdülcanbaz”, “Efruz Bey” (Toplu Oyunlar I) Sıfırdan Yayınları, 2015, 88 S.
Serkan Fırtına
serkanfirtina35@gmail.com